BİLİNEMEZCİLİK
Türkçeye bilinemezcilik olarak çevrilen, daha yaygın şekli ise İngilizce deki karşılığı olan Agnostisizm felsefi terimi ilk defa İngiliz Biyolog Thomas Henry HUXLEY(1825-1895) tarafından 1869 yılında kullanılmıştır. Diğer Avrupa dillerinde ise; Fr.: Agnosticisme, Alm.: Agnosticismus, Yun.: Agnostos olarak çevrilmiştir. Osmanlıcada ki karşılığı ise Laedriye olarak karşımıza çıkar. Etimolojisine gelecek olur isek; Yunanca olumsuzluk eki olan “an” eki ile ve yine aynı dilde “bilen, bilgisi olan” anlamına gelen gnostikos sözcüklerinin birleşiminden oluşur. Kabaca anlamı, bilgisi olmayan demektir.
Farklı türden açıklamalar getirilse de açıklamaların temel noktada birleştiğini ve yapılan birçok tanımda diğer yazılanlar ile arasında ortak noktalara değinildiğini söyleyebiliriz. Birçok yazar hemen hemen aynı şemsiye altında toplanmış ve aynı anlamı farlı sözcükler ile ifade etmeye çalışmıştır. Bunu örneklendirebileceğimiz farklı kaynaklar ile farklı tanımlar karşımıza çıkmaktadır. Konuyu daha iyi anlatmak için elime geçen ve birbirine paralel açıklamalar yapan iki felsefe sözlüğü nünde de tanımlamalarının izahı yapılarak daha rahat bir biçimde ortaya bir şeyler koyabiliriz. İlk alıntıda Bedia Akarsu, ikinci alıntıda Afşar Timuçin’in açıklaması verilmiştir. İki açıklananında birbirleriyle hemen hemen yakın anlamda şeyler söylediğini görüyoruz
“Gerçek ve salt varlığın, kendinde nesnelerin bilinemeyeceği kanı ve öğretisi. Bu öğretide a) gerçek varlığa ya büsbütün erişilemeyeceği b) ya da bilgi ve usla değil de, ancak inanç ile ulaşılabileceği ileri sürülür”[1]
“Mutlak bilgiye yani deney alanını aşanın bilgisine ulaşılamayacağını öne süren öğreti. İnsan zihninin mutlak bilgiye ulaşma yeteneğinin de olmadığını, eşyanın doğası üzerine doğru bilgi ortaya koyamayacağını bildirir diyen arasında kullanılan kelimeler haricinde bir fark görünmediği, anlatılmak istenenin anlam bakımından aynı şeyler olduğu göz önündedir.”[2]
Thomas Huxley bu kavramı ortaya atarken en önemli etkenlerden biriside Darwin’den etkilenmesi ve onun teorisini destekleyen açıklamaları dile getiren yazılar yazmasıdır. Yani Tanrı ile alakalı kuşkuculuğunu barındırmasından kaynaklanıyordu. Bu bağlamda agnostisizm için “Tanrının varlığına ilişkin kuşkuculuk. Tanrının varlığının ya da yokluğunun ispat edilemeyeceği görüşü”[3] açıklamasının dile getirilmesi zannediyorum ki yerinde olmuştur.
“Sonsuz, ilk sebepler, cevher, eşya ve olayların son gayesi gibi, metafizik hakikatleri insan zihninin asla bilemeyeceğini ileri süren ve böylece metafiziğe bilinemez diyen sistemin adıdır. İnsan zihninin ve aklın reel değeri yoktur. Bu anlayış görünüşler âleminin ilk ve son sebeplerinin akıl için daima meçhul kalacağın iddia eder. Böyle olunca da agnostisizm objektif bir bilginin ve fizik ötesinin imkânsızlığını kabul etmiş olur.”[4]
Bu iki farklı görüşün birbirlerini çok uygun ve güzel bir biçimde tamamlaması konunun başında değindim yeri tam manası ile açıklamakta. Öte yandan fazlaca başvurulan, bilinen ve dikkate alınabilecek önemli sözlük kaynaklarından biri olarak gösterilen açıklamalarının yanı sıra konuyu daha geniş ve derinlemesine ele alan Ahmet Cevizci’nin bilinemezcilik için yaptığı açıklamasının bir bölümünde şunu dile getirmektedir:
“Kökleri Sofistlerle Sokrates’e kadar geri giden, Ortaçağda olumsuz teolojiyle ifadesini bulurken, günümüzde ise mantıkçı pozitivistler tarafından savunulan bilinemezcilik, fideizmin tam karşısında yer alır. Düşünce tarihinin farklı dönemlerinde, farklı biçimler altında çıkmış olsa da, bilinemezciliğe, Hume ve Kant’ın beşeri varlığının, deneyimi aşan konularda bilgiye ulaşmanın imkânsız olduğunu dile getiren felsefi tavırlarıyla, bilimsel ve tarihsel araştırmaların, kutsal kitabı, tanrısal vahiy imkânı eleştirmeden kabul etmeyi giderek zorlaştırması ivme kazandırmıştır. Bununla birlikte Kant’ın da belirttiği gibi, bilginin mümkün olmadığı yerde, inanç söz konusu olabilir ve bundan dolayı, kişi felsefi anlamda bilinemezci olsa da, dini bir çerçeve içinde Tanrı’nın varlığına inanabilir.”[5]
Sonuç olarak insanoğlu her zaman her şeyi bilmek isterken öte yandan da her şeyi bilemeyeceğimizi de biliyoruz. Bu yüzden bazı konular gizliliğini koruyacak ve aşkınsal içerikleri ne tam anlamı ile bilip kabul edeceğiz, ne de bilemeyip reddedeceğiz, agnostikler gibi arafta kalanlar daima olacaktır.
KAYNAKÇA
AKARSU Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Kitapevi, 2010
TİMUÇİN Afşar, Felsefe Sözlüğü, Bulut Yayınları, 2004
YILDIRIM Cemal, Ansiklopedik Çağdaş Felsefe Sözlüğü, Doruk Yayımcılık, İstanbul, 2004
BOLAY Süleyman Hayri, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, 2009
CEVİZCİ Ahmet, Felsefe Sözlüğü, İstanbul, 2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder